Güneşin soluğuyla buharlaşan bir göktaşının ışığıdır.
Onun için biraz daha kal; gerekmez hemen gitmen.
ROMEO
Varsın yakalasınlar, varsın beni öldürsünler;
Umurumda değil sen böyle istedikten sonra.
Sabahın gözü değil, derim, şu ağartı
Aydan vuran soluk bir yansıma olabilir;
Tarla kuşunun değildi, başımızın üstünde
Gökkubbeyi çınlatan şu sesler de.
Gitmekten çok kalmak istiyorum ben.
Gel ölüm, buyur! Öyle istiyor Juliet’im.
Nasıl canım? Hadi konuşalım; daha sabah olmadı.
JULIET
Oldu, oldu! Hemen git, kaç, uzaklaş buradan!
Böyle bozuk öten, uyumsuz tiz sesler çıkartan
Başkası olamaz tarla kuşundan.
Bir de güzel taksim yapar, derler tarla kuşu için;
Bu öylesi değil, ayırıyor çünkü bizi.
Yine derler ki, tarla kuşu çirkin kurbağa ile
Göz değiştirirmiş; ah ses değiştirseler keşke,
Madem ki kucaklaşırken bizi korkutuyor,
Sabah ezgisiyle buradan uzaklaştırıyor seni!
Ah, git artık! Ortalık giderek ağarıyor.
ROMEO
Ortalık ağardıkça bahtımız kararıyor.
(Dadı girer)
TARLA KUŞUYDU JULIET
Shakespeare' in yüzyıllardır insanları gözyaşına boğan karakterleri Romeo ve Juliet, Ephraim Kishon' un yeni kurgusunda günlük yaşantı ve çığırından çıkmış bir evlilik içinde ele alınıyor. İntiharın eşiğinden döndükten sonra evlenip bir de çocuk sahibi olan "kıdemli aşıklar" kimsenin öngöremediği bir hayatı sürdürürler. Bu dünyanın yaratıcısı Shakespeare mezarında ters döner ve olaylara müdahale etmek üzere eve gelir.
Engin Alkan'ın rejisiyle Romeo ve Juliet öyküsüne farklı bir yerden baktıran ve çağdaş bir "klasik" olarak İ.B.B. Şehir Tiyatroları repertuarında yerini alan oyunda, öten tarla kuşu muydu bülbül müydü sorusunun cevapsızlığı altına “aşk nasıl bu hale gelir”in cevabı aranıyor.
Pişirilen yemeklerin buharlarının canlı icra edilen notalarla kaynaştığı iki saatlik şölende, tariflere uygun yapılmaya kalkıldığında hep tadı kaçmış, alışveriş listelerinde unutulmuş, akşam yemeği telaşı arasında kaynamış ve sonunda dibi tutmuş “efsane aşk” ın tüm zamanlarda, tüm tanıdıklığıyla “ille de var” lığı hatırlatılıyor.